2 Nisan 2017 Pazar

Yeni Bir Annenin En Çok İhtiyaç Duyduğu Şey

Bana yeni bir anne adayı çocuğum olduktan sonra en çok neye ihtiyacım var diye sorsa, "olumlu düşünmek" derdim. Bir kere anne sütü mutluluk, huzur ve dinlenmeyle artıyor. Evet uykusuz geceler bizi bekliyor bebek doğar doğmaz fakat anne sütü de, işte dinlenmeyle çoğalıyor. Hadi anne sütünü geçelim, bebeğin en çok ihtiyaç duyduğu şey akıl sağlığı yerinde, duygularını kontrol edebilen bir anne. Eşinle veya annenle veya kayınvaldenle büyük tartışmalar yaparken çocuğuna dünyanın en sevgi dolu annesi olamayacağımız kesin herhalde. O yüzden ilişkileri de sağlıklı bir anneye ihtiyacı var bebeğin. Mutlu, huzurlu annesine ihtiyacı var. Çünkü bizim duygularımızın gözlüğünü takarak keşfedecek onun için yepyeni olan dünyayı. Sürekli cesaretlendirmemize ihtiyacı olacak. Sırf ona değil, annesinin gün içinde olaylara, kişilere verdiği tepkileri sürekli gözleyecek ve bu şekilde oluşacak onun kendiliği de.

Ama bir o kadar da meşgulsünüz yeni bir anne olarak. Eğer benim gibi bebeğinize bakıcısız bakıyorsanız gün içinde yapmanız gereken öyle çok şey var ki. Bütün gün koşturarak tüm bunları eksiksiz bir biçimde yapıp yine de olumlu bir duygu durumunda kalabilmeniz lazım. Bebeğin altının değiştirilmesi, beslenmesi, açık havada gezdirilmesi lazım ama bu temel ihtiyaçların yanında bebeğin en çok ihtiyaç duyduğu şey farkındalığı yüksek annesi.

Ve bu mutlu anne kavramı öyle önemli ki. Oysa kadınlar olarak günümüzde kariyer kariyer diye koşullandırıldık ailelerimiz tarafından. Bağımsız olacak, kendi paramızı kazanacak, kimselere muhtaç olmayacaktık ya. Eee ama şimdi bebek oldu. Ve bebek anne istiyor, annesini istiyor. Eee bir de iki yaşına kadar emzirin deniliyor. Anne olunca uyanan hormonlar var, onlar hiç de kariyer falan demiyor ki. Otur bebeğinin yanında, sokul ona, bütün gün emzir, oyna onunla diyor. Ama ben kendi paramı kazanacaktım? İşte modern kadının ikilemi. Ayrıca evde oturup çocuk bakmak çoğu kadın için çok sıkıcı. Bir çok kadın arkadaşım çalışmayı evde oturup bebeğine bakmaya tercih ediyor.

Peki ne yapmalı? Hangisi en doğru? Sanırım bu şekilde bakmamak lazım en başta. İki durumdada annenin kendini huzurlu ve pozitif bir duygu durumunda tutması en önemli olan. Eskiden çocuğuna bakmak için kariyerinden vazgeçip evde oturan arkadaşlarıma kötü gözle bakar, nasıl böyle birşey yapar diye düşünürdüm. Şimdi ise ben kimmişim onları bu şekilde bir üstten bakışla yargılayan diye düşünüyorum. Eğer anne halinden memnunsa, sürekli evde oturup kendisini ev işleri ile sıkıntıdan bunaltmıyorsa evde çocuğu ile kalan anneyi yargılamaya ne hakkımız var? Bir kere ben o annenin çocuğu olsam kendimi gayet mutlu hissederdim. Hayatımın ilk dokuz ayını karnında geçirdiğim annem, hayattaki ilk yıllarıma da, birebir benimle tanıklık ediyor. "Beni dışarı da o çıkarıyor, altımı da o değiştiriyor, banyomu da o ettiriyor, hele o birlikte uyumalar yok mu?" diye düşünürdüm. "Kime güveneceğimi biliyorum" derdim kendi kendime.

Ben tahmin edeceğiniz üzere bebeğime evde kendim bakıyorum. Herkes hayatta bir seçim yapıyor sonuçta. Ve mutluluk kavramı herkes için değişen bir kavram. Kimisi kariyerinde büyük adımlarla ilerlerken mutlu oluyor, kimisi çocuğunun her anına tanık olarak.
En yakınımızdakilerle yaşadığımız ilişkinin, ilişkilerin kalitesinin mutluluğumuzu belirlediğini kimse inkar edemez sanırım. Ve bunun içinde en başta kendi kendimizle olan ilişkimizin sağlam, yıpratıcı olmayan bir ilişki olması lazım. Benim bu bağlamda farkındalığım eskiye oranla çok daha yüksek. En azından artık kafamdan geçen bazı düşüncelerin nasıl modumu olumlu veya olumsuz etkilediğini biliyorum, farkındayım. Herşey "mindfulness" kavramıyla tanışmamla başladı. Aslında böyle söyleyince haliyle Batı kaynaklı bir kavram diye duruyor fakat tasavvufta "murakabe" diye biliniyor bu kavram. Arapçada denetleme, gözetleme, kontrol etme anlamlarına geliyor. Kendinin, düşüncelerinin şuurunda olmak anlamına geliyor.

Ben normal doğum yapabilmeyi de, hatta ondan önce hamile kalabilmeyi de, bebeğimle ve eşimle bebek doğduktan sonra değişen hayatımızın stresleriyle başedebilmeyi de meditasyona veya murakabeye borçluyum.

Meditasyon ve mindfulness sayesinde amaçlanan şey 'an'da kalabilmek. Geleceği düşünmek yok. Geçmişi düşünmek de yok. Onu yapacaktım bunu yapacaktım demek yok. Keşke şu şöyle olsaydı o zaman herşey farklı olurdu demeler yok. Anda kalmak ve elindekilere şükredebilmek belki.

Yazması ne kadar kolay. Oysa uygulaması öyle zor ki anda kalabilmenin. Çünkü ister yatağınıza uzanarak yapın, ister koltuğunuzda oturarak gözlerinizi kapadığınız anda, düşünceler akın etmeye başlıyor kafanıza. Düşünceler hiç durmuyor. Meditasyon demek bu düşünceleri bastırmak falan değil kesinlikle. Yalnızca farkında olmak demek. Farkındalığınızın artması demek. Olaylara içgüdüsel olarak tepki vermek yerine düşünerek tepki verebilmek demek. Ve bu da spor yaparken kas güçlendirmek için nasıl hep tekrar yapıyorsak, aynı şekilde meditasyonu her gün yaparak, bu olaylara tepki vermeden önce o mesafeyi koruyabilmek için, sürekli tekrar yaparak oluyor. Sürekli farkında kalabilmek yani. Sanskritçe bir sözcük olan Buddha'nın anlamı da bu. Farkında olan demek. Ve farkındalık bir anneye öyle lazım ki. Bunun için zamanım yok diye düşünüyor birçok anne. Hiç meditasyon yapmamış bir anneye benim de arada denediğim kahve meditasyonunu öneriyorum.

Bebek sahibi olduktan sonra kahvaltı sonrası oturup sakince bir türk kahvesi içmenin nasıl şükredilecek küçük ama gayet de büyük bir olay olduğunu her anne bilir. Bir onbeş dakika bunu hiç kimse sizi rahatsız etmeden yapmak aslında ne büyük bir lükstür.
Ve bu zamanda başka hiçbir şey yapmamak.
Sakince kahvenizi yudumlamak. Günü falan planlamak yok. Bebeğe ne yemek yapacağım? Kendim ne yiyeceğim? O gün kimi aramam lazım? Dün akşam başınıza gelen tatsız olay. Bunları düşünmek yok.

Kahve fincanını eline alıyorsun, fincanın sıcaklığını hissediyorsun. Fincandan tüten kahve kokusunu içine çekiyorsun. Sonra kahveyi yudumluyorsun. Dilinde damağında kahveyi hissediyorsun. Yavaş yavaş. Koşturmadan. Sanki tüm hayatın bu kahveyi tüm duyularınla hissederek, yalnızca bu anda, şimdide olarak kalabilmene bağlıymış gibi.

Ve bu kahve meditasyonunu daha sık yaptıkça gerçekten de aslında tüm hayatının bu, geçmiş ve geleceği düşünmeden anda kalabildiğin zamanın niteliğine göre belirlendiğini anlıyorsun. Çünkü sürekli kafamızda düşüncelerleyiz. O bana şöyle yaptı, bu şöyle dedi. Şimdi şunu yapmam lazım. Sonra bir bakmışız aslında hiç olmamış ama bilmem kaç yıl sonra ya olursa diye bir olaya üzülür halde buluyoruz kendimizi.

Oysa bu düşünce zincirini durdurabilmek öyle önemli ki. Bunu yapabilmek için de, önce bunun farkında olmak gerekiyor. Kafamızda dolaşan onlarca yüzlerce olumsuz düşüncenin birebir o anki yaptıklarımızı nasıl etkilediğini farketmemiz gerekiyor. Farkedebilmek için durmak gerekiyor. Gerçekten durmak. Yavaşlamak.

Bu benimki gibi kahve meditasyonuyla veya çay meditasyonuyla olabilir hatta su meditasyonuyla. Önemli olan durmak. Yavaşlamak. Düşünceleri durdurmak diyemeyeceğim çünkü bunu yapmayı bir kere bile deneyince bunun ne kadar zor olduğunu hemen anlıyorsunuz. Ama duş alıyorken gerçekten duş almak eşinle yaşadığın bir tartışmayı tekrar yaşamadan örneğin veya bulaşıkları yıkarken gerçekten o an yalnızca bulaşıkları yıkayarak mesela.

Anı yaşa anı yaşa diye hep yazar kişisel gelişim kitaplarında. Veya şu meşhur söz, her günü son gününmüş gibi yaşa çünkü bir gün gerçekten o gün hayattaki son günün olabilir diye. Öyle doğru ki bu sözler! Ama hayatın koşturmalarında bu sözlerin tam tersini yapıyoruz ve sonra pişman oluyoruz. Oysa bebek bakarken her sabah falan değil, her saat başı bence kendimize hatırlatmamız gereken sözler bunlar. Gerçekten anda kalmak ve o anı tüm büyüleyiciliğiyle yaşamak

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder